Hamile olmak, bu durumda, bir kadının rahmiyl bitmeyen tüm vücudu saran bir durumdur.
Hamile kadınların sanatta nasıl temsil edildi. Dürüst olmak gerekirse, her şey, sonbahar döneminde, Gustav Klimts’un aşkın bir parçası olan Hope II (MoMA) incelerken bununla ilgili bilgilere ulaştık. Doğurganlık ve kadın bedeni sanat tarihi boyunca çok popüler iken, gebe kadının vücudu çok fazla ilgi görmüyordu. Bu yaklaşım son yıllarda kırılma yaşamaya başlayarak daha sık gebe kadın figürü kullanılmaya başlandı.
Antik sanatta,bereketin ve doğurganlığın bir simgesi olduklarına inanılan Paleolitik dönem venüsleri Avrupa’da oldukça yaygın olarak bulunan kadın figürleridir. 1908 yılında bir işçi tarafından Avusturya’da bulunan 11.1 cm boyutundaki Willendorf Venüsü, günümüzden önce 28.000 ila 25.000 yıllarında oolitik kireçtaşından yapıldığı düşünülen dünyanın en tanınmış sanat eserlerinden biridir. O, kelimenin her anlamında bir semboldür. O bir kadının temsil ettiği diğer niteliklerle değil, doğurganlığının bir temsilidir.
Yüzyıllar boyunca, erkekler, sanatın merkezine konumlanırken, kadın bedeni nesne olarak ele alındı. Kadınların ve çocuklarının sayısız temsilini oluşturan, ancak çocuk sahibi olmayan kadınların neredeyse hiçbiri olmayan erkek figürlerin egemenliğindeydi. Raphael’in bir portresi dışında, hamile kadınlar İtalyan Rönesansı’ndan neredeyse hiç yok.
Kuzey Rönesans’ta, Hollandalı sanatçı Vermeer, ‘’Maviler içinde bir kadın, mektup okumakta’’ adlı bir resmederek döneminin ve Avrupa’nın nadir konularından birine imza atmıştı.
Modern döneme kadar hamile kadın imgesi, kadının üretkenliği dışında başka özelliklerine refere etmiyordu.
Art Nouveau’da Doğu resim sanatından etkilenerek Avrupa’da yepyeni bir form anlayışı geliştiren Gustav Klimt, hamile kadının domestik doğasını sanat olarak temsil ederek kamusal alana taşır. Tüm yaşamı boyunca kadınlarla kuşatılmış ve takdir edilen Klimt, sanatsal kariyerinde onlara merkezi bir sahne vermiş ve onlara domestik bir alandan çıkararak halkın içine sokmuştur. Klimt, idealizmin ve tarihçiliğin resimleri örttüğünü fark ettikten sonra fotoğrafik gerçekçiliğini bir yana koyarak, Ver Sacrum’da “Gerçek ateştir ve gerçeği söylemek, aydınlatmak ve yakmak demektir” der.
Yaşamın yavaş oluşumu ile ölümün çabukluğu arasındaki doğrudan ilişkiyi hisseden Klimt, gebeliğin imgelerini ölüm belirtileriyle yerleştirdi. Bunlar Hope’da olduğu gibi birkaç yıl sonra yarattığı Hope II’de de görülebilir.
Pekçok sembolik imgelemeye sahip Hope II resminde; hamile olmanın bir kadının karnı ile başlayıp tüm vücudu ve ruhu, etraftakileri bütün varlığını saran bir durumdur. Umut kadar korkuyu da içeriyor ve kadının ifadesinde de görebildiğimiz gibi, kadın ve içsel benliği arasında derin bir bağlantı yaratıyor.
20. yüzyılın ilk yarısı, erkeklik ve erkekleri umutsuzca kanıtlamak isteyen bir yaklaşım sergilenirken, kadın bedeni önceki yüzyıllarda olduğu gibi nesnelleştirilmiştir. Sanat dünyasında, manzara ya da natürmort gibi güzel bir nesne olarak ele alınan kadın figürü; çağdaş sanat, feminizm ve kadın bedenini, objektif olmaktan ziyade, meşru bir özne olarak kabul etti. Avusturalyalı heykeltıraşlardan Ron Muek’in hiper-realist tarzdaki Pregnant Woman (Hamile Kadın) isimli heykeli, hamileliği vücudunun her santimetresinde hisseden ve onu doğrudan izleyicisine bırakmayı tercih etmiştir. Gözleri kapalıyken, 8 metre boyunda duran, izleyicinin onu dolaştırmasını ve hamile olmanın fizikselliğini araştırmasını sağlıyan eser, kendisi, vücudu ve onun büyüyen bebeği arasında kurulan içsel bağlantı, belki de onun boyutundan ve özgür doğasından dolayı Klimts Hope II’de olduğu kadar etki bırakıyor.