Kadınlarda, erkek vücudunun aksine, cinsel steroidler güçlü bir dalgalanmaya sahiptir ve bu da kısa süreli sitokin değişimine neden olmaktadır. Steroidler (belirli istisnalar hariç) immünosupresif yani bağışıklık sistemini azaltıcı bir etkiye sahiptir ve cinsel hormonların düşmesiyle bu etkisi geriye döner. Bu durumda sitokinlerin tekrar yükselmesine yol açılır.
Erkekten farklı olarak, a) kadınlar her ay karışık süreci üzerinden gerçekleşen bir yumurta hücresinin serbest bırakıldığı yumurtlama, b) adet oluşumu ki bu da fizyolojik olarak çok karmaşık bir olaydır ve c) hamileliğin sonunda doğumu başlatan kasılmalar gerçekleşir. Kadınlara özgü bu üç süreç bağışıklık sistemi tarafından hazırlanır ve gerçekleştirilir. Yumurta hücresini serbest bırakıldığı yumurtlama ve sonrasında yumurtanın fallop tüplerine taşındığı zaman dönemde, kısa bir süreliğine “bağışıklıkta baskılanmaya” maruz kalınır. Ayrıca menstrüasyon ve doğum kasılmalarının başlangıcında birçok immünolojik süreç rol oynamaktadır. Bu hormonların etkisindeki bağışıklık sistemindeki değişiklikler kadınların yüksek derecede cilt rahatsızlıklarına maruz kalmalarını açıklamaktadır.
Örneğin, Klimakterik artrit sıklıkla romatoid grubunun hastalıkları ile karıştırılarak tamamen gereksiz araştırmalara yol açar ve bu da bazen yanlış anti romatizmal terapilere de sebebiyet verebilmektedir. Bölgesel bir östrojen alımı birçok kadın hastada eklem ağrısı problemini çözebilir. Ayrıca, transdermal olarak uygulanan östrojen, İnterlökin-6’ yı bastırır ve böylece östrojen eksikliğine bağlı artropatinin azalmasına neden olur.
Ancak romatoid hastaların görülme sıklığı da cinsiyete özgüdür ve kadınlarda erkeklere göre çok daha yaygındır. Bu, romatoid formların tanı ve tedavisinde giderek daha fazla dikkate alınması gereken bir durumdur. Aynı durum, Morbus Hashimato, Lupus erimatozus (hastalık gösteren on kişiden dokuzu kadındır) ve Multiple Skleroz gibi otoimmun hastalıklar için de geçerlidir.
Kadınlar immünolojik olarak erkeklerden daha güçlüdürler. Bu gerçeklik bir avantaj sağlayabildiği gibibir aynı zamanda da büyük bir dezavantaj (otoimmün hastalıklar) olabilir. Bunun neden olduğunun açıklaması, bağışıklık sistemi ile üreme sistemi arasındaki yoğun etkileşimde yattığı düşünülmektedir. Çünkü, üremenin gerçekleşebilmesi için için bir “xenotransplantasyon” (=embriyonun vücuda kabulu) mutlaktır. Çalışmalar bu ilişkinin karmaşıklığını gösterdi. Yumurtlama öncesi ve sırasında östrojen seviyelerine bağlı immünolojik aktivitenin muazzam bir artışı meydana gelir ki, bu artış; luteal fazda (progesteron hormonunun daha aktif olduğu süreçte) muhtemel gerçekleşecek olan bir implantasyona daha toleranslı olabilmek için hızlı bir şekilde azalır.
Bu bağışıklık düzenleyici mekanizmalarının etkileri sadece endometriumda değil, kadının tüm vücudunda, özellikle de mukoza bölgelerinde rol oynar. En basit haliyle, kadının immünolojik sisteminin etkisi, adet döngüsünün birinci evresinde ikincisinden daha büyüktür. Ayrıca kadının bağışıklık durumuna bağlı, yani döngünün hangi evresinde olduğu, cinsel yolla bulaşan hastalıklara örneğin HIV’ e karşı dahi duyarlılığının döngüye bağlı değişkenlik göstermesine yol açar. Bir çalışma, maymunlarda cinsle yolla bulaşan bakterilerin luteal fazda, belirli bir zamana göre, aktarılmasının belirgin derecede yüksek olduğunu kanıtlamıştır. Bunun bilinmesi sadece cinsel yolla bulaşan hastalıklar ve dolayısıyla milyonlarca kadının sağlığı üzerinde değil, aynı zamanda genel olarak kadınların immünolojik tepki kuvveti üzerinde de muazzam bir bilgi vermektedir. İdeal bir bağışıklık oluşması ve dolayısıyla antikorların oluşması için, aşı uygulamalarında dahi adet döngüsü dikkate alınarak zamanlama yapılmasının daha uygun olabileceği dahi düşünülmektedir.
Kadınların bağışıklık sistemi, doğurganlık yıllarında aktivitesinin zirvesindedir, ancak tüm organizma gibi yaşlanma sürecinde düşüş göstermektedir. Özellikle büyük bir değişiklik, menopozun başlamasıyla görülmektedir. Östrojen üretimi askıya alındığında, dolaşımdaki antikorların miktarı da azalmakta ve bağışıklık tepkisi yavaşlamaktadır. İlginçtir ki, önceden geçirilmiş otoimmün hastalıklar daha iyi olmamaktadır. Bu immünolojik azalmaya rağmen kadınlar toplu olarak yaşlarında daha sağlıklıdır ve yaşam beklentileri de daha uzundur.